19 Haziran 2008 Perşembe

şems

adam şarkıda şöyle birşeyler fısıldar:
"but if the sun sets you free, sets you free
you’ll be free indeed, indeed
she’s only happy in the sun"

ben güneş'i seviyorum.
o'nu öylesine seviyorum ki, eğer dinimi bilmeseydim, büyük ihtimalle güneş'e el açmış vaziyette bulurdum kendimi.
bazen, yaşıyor olduğumu kavrayamıyorum. yürüdüğüm yollardan bihaber; sermest ve olabildiğine serkeş halde dolaşırken gözüm maviye çalan gökyüzüne kaçıyor, güneş'i görüyorum; diyorum ki "o, orada, öylece parlarken, bendeki bu sıkıntı niye?"
böyle deyince binlerce düğüm açığa vuruyor kendini. binlerce düğüm güneş'in suretinde eriyip gidiyor; su oluyor boğazımda, ter oluyor tenimde..

o'nu öylesine seviyorum ki, suretine güneş'i boncuk etmiş dostlarıma açıyorum tüm benliğimi. enderler onlar, zira güneş herkese vermez yüzünü. güneş, yüzünü verdiği çocuğa kelamlarını verir, ağırlığını verir, ateşini verir. tenine değilmez, yüreğine dokunulmaz dostlardır onlar; yüzünü gördüm müydü, baharlar getirir saçlarıma.. benim saçlarım düğümler kadar karışıktır oysa..

bir adam tanıdım ben. adını güneş'ten alan. benden asırlarca evvel gelmiş bedeni şehirlerime.. benden asırlarca evvel düşürmüş yolunu yollarıma.. tebriz'den konya'ya, konya'dan bilmemnereye.. güneş çekerken rumi'den yüzünü, pejmürde hali şah olmuş adamın. ve derhaldir ki mat etmiş rumi'yi bu adam. şems-i tebrizi. tebriz'in güneşi. ben o'nu öylesine seviyorum ki; şems, tebriz'i getiriyor zihnime, benden asırlarca evvel toprak olsa da bedeni, ruhu etrafımda bir yerlerde varlığıma müdahil oluyor; onu farkeylemem için dostlar peydah ediyor..

ben kitaplarımı severim.
tenime yazılmış kitapları, tenine yazılmış kitapları.. elime yazı yazanın vahyettiği kitapları..
kimi zaman, sayfaları çeviririm ve çıkan ilk kelimelere bakarım. ihtimalen birşeyler beni orada bekliyordur. kocaman lugatlerde en hassas olduğum kelamın, sayfaları gökten, meleklerle indirilmiş olan'da karşıma çıkması, benim için öylesine büyük bir hediye.
ben desem köklerime kadar hissediyorum bu kelamları, siz der misiniz ki, yaprakların ışıldıyor?


o'nu öylesine seviyorum ki ben, bazen doğduğum gün tebriz'den güneş'i mi sakladılar acaba, diyorum. acaba tebriz'den güneş'i sakladılar da, farisiler, arabiler beddua mı ettiler ki, bana musallat oldu bu şems, bu güneş, bu gök, bu aşk..

velhasıl diyeceğim o ki;

"aşktan mutluluk, güvenlik beklerler. halbuki aşk son zerresine kadar kendini vermektir, ruhundaki son zerreye kadar sevdiğin olmak istemektir, onun içinde eriyecek kadar sevmek, kendinden kopmak demektir. işte ben aşk derken boyle bir aşktan bahsediyorum. ölmekten bahsediyorum. var mı o'nun aşkıyla ölmeye cesareti olan?"

hû...



giz.

2 yorum:

kristensenn dedi ki...

elime yazı yazanın vahyettiği kitapları sevmen, diğer her şeyi sevmenden öte bana.

giz, yaprakların ışıldıyor..

Adsız dedi ki...

ben Ay. adımın bir parçası ay.adımın ve hayatımın bir parçası. Şemsler 4 yıl önce henüz 16 yaşındayken tanıştım. sonra o'nun şam'a gittiğini söylediler. ışığımı kaybettim. ağlamayı sevmem ben diye şarkılar söyleyen ben şimdi sadece rüzgara karşı mızıkamı ve ıslığımı çalıp, bob dylanın anlattığı hikayelerde kendimi kaybedip izlandalı olmak istiyordum. çünkü ben ocağın sonunda doğdum. kışı ve soğuğu seviyordum. ama ay'dım. şems hayatımdı/ışığımdı/dirayetimdi/suskumluğumdu.

şimdi bir tesadüf eseri karşılaştığım bu yazıyla (ki tesadüf değil diyor bana uzaktan şems, eliyle ağzıma vuruyor hafif) birşeyler oldu tekrar bana.

oysa ben söz vermiştim ertan'a, hayati'ye. hayatımdan çıkardığım bütün rasyonel kişilerin yerinde irrosyonel dostlarımla yaşayacaktım.

şimdi giz'in de bu irrasyonel dostlarımdan birisi olmasından korkuyorum. gerçeksen eğer üç defa vur masaya. ya da:

"şems çeker çıkarır kitabı havuzdan, kuru
ertan, alsana şu tüfeği duvardan benim ellrim ıslak."

posta kutumda bir mızıka bulmuş kadar sevindim. ah'ım, muhsin'im ünlü'm. ve galiba cinayetimin adı da ahmet.

selam olsun şems'e.