31 Aralık 2015 Perşembe

mübadelede söylenmiş eski bir türkü


mübadelenin yitik soyundan geldik,
kağıttan gemilerin ırmağın üstünde biriktiği
ve bir yosunun güzelliğine yitip yenildiği.

ayın şavkında balıkların gözü var
balıkların gözü görür mavinin karanlığını
nice şişeler açtık öz ördü
nice bardaklar kırdık öz öptü
rüyaların düşlere köprü kurduğu yerler
ellerimizde bıçaklar, ellerimizde bir tarlayı
ne ekerse o biçer'ler, annemizin kızlık bohçası
ellerimizde babamızın sokaklarda döktüğü
terler.

ellerimizde bir hıncın başkaldırışı
ellerimiz, göz göze değmeden daha
birbirlerini seven gizli ferler.


bizi atlarımızdan vurdular
yıktılar bir sancak gibi tuttuğumuz
ve bir namlu gibi doğrulttuğumuz gönlümüzü.
kavgaların incelikli temaşasında,
bir nehrin akışına devrim derler
bir devrin yıkımına devrim.

bütün sokaklar gördüler ki,
bittiği yerde sözün,
başlar kelamı
ateşin.

senin sevdan bir kış uykusu sevgili,
kuş uykusu o devrim türküsünün
ninni diye okunduğu,
nenni diye bilindiği evde
bilinmez kim kime kimdi ama,
biliriz kim kime kinni.

hastalıklı diktatörler gibi elini koyduğun taşın altı
kurtlarından usanmış, yılanların köhne deliği.


özgürlüğün bıçkın yakarışıyla sokaklardan geçiyorum
beat kuşağı kokuştu, yolda öldü kerouac
cesedinde bütün feylosofların, diriltmeye çalıştıkça seni
vurdu yüzüme ali'nin o haydari pençesi.

bu yerde, allah'ın adının kendiyle eşitlenemediği
haldun bir velveleye denk düşüyor o'nun depremi,
yıkılan safi evlerimiz olsa, ellerimiz,
bağırıyor bir rebet, cebinde bağlamazaki
kim bu polis benim aman'ıma karışır,
benim dumanıma karışır, kim bu devlet
neredeysek, hatırlamadığımız isimlerin başkenti.

doluyum, bir gökyüzü boşalıyor gözümden,
boşanıyor bulutlar yağmurlardan, doluyum.
adımı caz ile başlatıyorlar, ben cazu,
ben cazu, gölgenin karardığı mecliste
dönüşüyorum sapa gelmez bir ipe, bir ah okuna
duvarlarla yarattıkları şehirlerin,
köylerin, ortasından sınırlar geçen
çığlığıyım ben, idam sehpasındaki meninin.

-düştüğüm yerden biten adam otlarını yiyorum sevgili,
adam otları ki çöllerin hırçınlığında esen saba yeli.

adam otları
içinde taşır bütün hoşçakalları
adam otları
hatırlatır
kötü şairlerden sakındığımız caanım güzel dostları.

mübadelenin yitik soyunda
düşürmüşken dilimizin ağıtlarını
ben sizi saymaya değil, sövmeye
geliyorum, hepinize rahatsızlık vermeye.

alnıma çektiğin bu bayraklar sevgili,
saçlarımı ektiğin bu kurak toprak sevgili,
ah nereden bulayım senin, ışıklarla sevgili,
ışıklarla ışıklaşan o muazzam gölgeni.

yankesici bir avazın sardığı bütün harfler
çiftleşmek istiyor dillerinde

-eğer sevmeyeceksem bu memleketi,
seni sevmekler gibi,
ne diye
bu muşta
ellerimde.

yılkıların dört nala koşturduğu
ve düşüp de yılmadığı
ve sevip de durmadığı

dört nal. dört mevsim. dört meclis
laf atıyorum gökyüzüne, tutan elbet bir kimsesiz

alnımızda son bakışın çarptığı gözler gizli
mevsimin yaz olduğu yerde seriyorum memeleri
kışın sarınıyorum sevdaya ki
sevda
yok oluşun en naif battaniyesi.

elbet bu gözler durulur, elbet bu sular da vurulur
elbet düşmanın kuyusuna nice yusuflar sarılır
elbet kararmaya yüz tutmuş sevdalarla uğraşanın
ellerinin cenazesine kötü tütünler katılır.

yamas!

namaza dururken başı takkeli çocuklar, ne zaman din deseler aklıma geliyor kahverengileri. kahverengileri biraz, düşkünlük hikmeti. uyuyan sevgili bedeni bir ceset gibi yığılacaktır yataktaki mücadelede. elbet dağılır bu kara parçalarının bulutları. kara parça bulutlar. elbet diner acısı da bu neşenin. elbet bir muhabere olarak bildiğimiz herşey aslında bir muharebeydi.

ben bir avuç çocuğum.
bir avuç çocuğu
yan masada kaybettiğim bir kumarın hatrına
soluyorum bütün girilmeyen denizleri
demli çaylar içiyorum sert kayalar adına
tiryak çeker esirgemem senden hiçbir sirkati.


kampanası söküldü sevdalarımızın.
seydası bir mum gibi söneceği anı bekler.

bizim ölenleri gördüğümüz yerde
bilmem kim yüreklerini bize eyler.


Hiç yorum yok: