tarihler bir temmuz gecesini gösterir. o temmuz gecesi ki, ömrün zirvesidir.
konserden saatler önce kadim dostum Sâye ile kuyruğun en önüne geçmiş; bulduğumuz iki eski toprak ile sohbet etmekteydik; aramızda en az 40 yaş fark vardı. yani onlar doğmak istediğim zamanlarda doğmuslardı.
sonra kapılar açıldı ve şans diledi güzel kadın bize: "çok güzel günler geçirin ve dinleyin müziğinizi, çok güzelsiniz siz." eğildim önünde ve teşekkür ettim tüm çocukluğumla.
içeri girdik sonra. harbiye'ye bir sürü kez gelmis olan ben; ilk kez bu kadar heyecanlıydım. kalbim boğazıma dayanmıştı tabiri caizse; nefesim kesiliyordu.
sonra Selim Sesler'i gördüm harbiye sahnesinde, Selim Sesler ki çingeneliğimin nefesidir. "ahhh" dedim, "bu ne güzel başlangıç böyle."
yalnız, Selim Sesler çalarken insanların yerlerini aramaları ve büyük adamı pek kaale almamaları kanıma dokunmadı değil.
Selim Sesler eğildi önümüzde ve terketti sahneyi; kocaman halılar döşediler; gitarlar akort edildi; belliydi ki geliyordu..
saatler tam dokuz otuzu gösterirken; elemanlar çıktı sahneye; arkadan uzun saçları, siyah tişörtü [iddiaya girmiştim hangi renk tişört giyecek diye.. bordo bekliyordum, niyeyse.] "yaklaşmayın yakarım" tarzı bir kurukafa, tüm asaleti, güzelliği ve büyüsüyle dikildi Istanbul'un karşısına Plant. "Tin Pan Valley" ile basladı üstümüzü başımızı yakmaya..
üçüncü şarkıda eski bir melodi fırladi sahneye: Black Dog! ve koca Plant'in 40 yıl evvelki haline dönüşünü görmek büyüleyiciydi doğrusu..
ve sonra akustik gitarlar alındı ellere; koca düş şarkımın akorları peşisıra geliyordu. "they say: she plays guitar, cries.. and sings.." Plant, naptın be?
gözlerimin doluluğuyla geçen iki şarkıdan sonra evet, ağlamaya başladım. çünkü bazen içiniz dolmuştur ve bir şarkı aniden çıkagelir: "babe, babe, i'm gonna leave you.. i'm leave you in the summertime.."
herkes ayağa kalktı ve sevinçle hüzün arasındaki o nokta vardır ya hani; belliydi ki herkes oradaydı..
sonra çat diye bitti konser. çat diyorum çünkü ben şöyle üç cd'lik filmler gibi olmasını bekliyordum galiba; misal Underground. başladın mı bitmeyecek, bitmesini istemeyeceksin.
ben böyle bir kalabalık görmemiştim zira.bazıları "oturdu seyirciler" diyor, "Plant sıkıntıya düştü" filan diyor da, bana hiç öyle gelmedi niyeyse, zira her şarkıdan sonra Istanbul'un anca kaldıracağı bir gürültü geliyordu seyirciden: "Plant, sen bir tanesin" diye.
sonra geri geldiler; yıkıldı Harbiye, bildiğiniz yıkıldı.
ve The Enchanter başladı; o asrın göreceği en güzel sözlü şarkılardan biri..
araya Ya Lelli karisti; Arap havası da soluduk bir güzel; öğrendik ki Ümmü Gülsüm hayatını değiştirmiş Plant'in; "ahh be Plant" dedim ben de "ne güzel adamsın sen!"
bendirini seveyim be!
belli ki geliniyordu sona. ve patladı iste o an, Istanbul; Whole Lotta Love ile.
o şarkıyı pek sevmezdim bilir misiniz. grupların en sevilen şarkıları hep itici gelmiştir bana.
ahanda açtım dinliyorum şimdi.. dün o şarkıdaki coşkuyu; bir defa, bin defa, yüzbin defa daha yaşamak için..
ellerim halen şiş, gözlerim halen şiş..
konserden geldim ve açtım şarabımı.. gün bugündür diye.. asırlardır bekliyordum çünkü, 98'de taso oynuyordum ben, sanmayın ki kaçırdım konseri..
"See you soon" dedi ya, ben ölsem de gam yemem artık.. ama gelmezsen Monsieur Plant, ben gelirim yanına, duy.
dünyanın ibne siyasetçilerine verdiği ayarlar, "robeeeert" diye bağıran hatuna "yes, mom" deyişi, ellerini çırpışı, kalabalığı yönetişi, ritmleri, sesi, dansı..
bu adam kesinlikle yaşlanmayacak!
ve gördüm ya hani. toz toprak silindi ya üstümden; sırf bu yüzden bile sağol Plant, hani göreceğin yok ya, olsun iste.
Keloglan'ın bir sözüyle bitirmek istiyorum bugünü.
"Kuş tüyü yastık, yemyeşil çimen gibisin Plant.. insan öyle rahat ediyor ki yanında.."
ps. yaşlı kadının bana ayarlamaya çalıştığı şile bezi pantolonlu uzun saçlı çocuk, hemen çık ortaya! hayır, yanlış anlaşılmasın, sadece aşık oldum. çıkmazsan plant'e adayacağım kendimi. zira sanırım pek bi yüreğim pırpırlandı dün plant yüzünden.. ehuheu..
ps2. justin adams müthiş bir gitarist. page'in gelmesini beklemiyorduk herhalde?
ayriyetten adam, türkiye'yi baştan sona dolaşmış, ozanlarla birlikte gitar çalmış. bu deyimi kullanmak istemezdim ama, bok atarken iki kez düşünmeli insanlar.
ps3. strange sensation doğu'ya oryantalist gözle bakmıyor. bunu mighty rearranger albümünün her saniyekaresinde dahi görebiliyorsunuz. zira bendiri, darbukayı çalarlarken bile gözlerinden samimiyet akıyordu adamların.
ps4. "see you soon" güzel adam. see you soon..
gizem. 5temmuz7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder