25 Temmuz 2008 Cuma

güney illerinde yâreler varmış

ben de düşüyorum kimi zaman.

tabi üşüyorum ben de.

sırf o yüzden kaçıyorum başka şehirlere; yazın kuzeye, kışın güneye.. bu sefer yaz vakti güneş’in güldüğü şehirlere kaçtım. bu sefer, kendimi bir yaz mevsimi çiçek açarken buldum; bu sefer kavruldum sıcaktan, dost sofralarına oturdum, müziğin en toprak kokanından koydum içime içime, ah ben de düşüyorum kimi zaman.. düştüğümde pek ağlamam da, birikir bütün kelimelerim, birikir de başka bir yerde can bulurlar.. bu sefer güney’e kaçtık biz. açtığımız tezgahlar siftahsız kapandı, Alaiye’yi İstanbul yaptık da bir çaycıya kaçtık kaçtık durduk gecelerce.. bol adaçaylı, Toroslar’a sevdalı, uykulu, yemekli, şarap dolu, karanfilli bir Ege turu attım, Akdeniz sahillerinde yüzdüm, dost tabiri ile “yüreğimdeki bütün yüzler o’na dönüşürken” ben bolca aşık oldum.. bazen sustum, rüya gördüm; dinlemek istersiniz diye notlar tuttum. sansürlediğim kelimeler, cümleler, olaylar harici, buyurun bir de buradan:

*

eğer haziran 31 gün değilse, bugün 1 temmuz olmalı. ama saat henüz 11 buçuk, demek ki haziran’ın son günü daha bitmemiş, ne zekiyim.

“yolda” olmak kadar keyif veren pek bir şey yok bana. lakin bu şüphesiz ki “konformist politikanızı reddediyorum, yola düştüm ben de ülen” gibisinden bi laf değil.

ışıklar söndü yahu.

neyse, yaşasın yol, bekle beni Fethiye.

*

1 temmuz oldu.

safi pisboğazlığına yenen sıcak gözlemenin, gecenin bir vakti mideme oturmasını çok seviyorum.

bir de burası çok güzel bir şeyler kokuyor. sanki birisi üstüne bisküvi sürmüş gibi. sahi, bu kokuyu nereden hatırlıyorum acaba…

*

saat beş buçuk

nereye gidiyorum ben yahu?

şimdilik mayıs’ın yanına, evet…

*

emin değilim, ama galiba bugün temmuz’un 3’ü. - 4 de olabilir – galiba 4’ü.

dört gün üç gece binlerce şey duymuş, dinlemiş, gülmüş, eğlenmiş olmam gibi kocaman güzelliklerin yanı sıra, tekrar yoldayım. otostopla bi otobüse bindim, para istemiyorlar…

*

saat 2. acayip uykum geldi. ayın 5’i yeni bitti.

yeni şehir Alanya’ya alıştım sayılır. lakin Fethiye’nin bana öğrettikleri olmadan kaç vaktimi daha sağlam tutabileceğim, bilmem…

kalbimle boğazım arasında bir yerde öylesine büyük bir sızı var ki, nefes aldırmıyor, düşünmeden düş’ürüyor beni.

bilsem, vuslatım yakındır, sıkıntımı rüzgârla göndereceğim de… yeni şehir öylesine gürültülü ki, rüzgâr bile kendine yer bulamıyor…

*

“dünya, inan ki, bildiğin gibi değil çocuk”

6sı ayın. başımda çatı olmadan oturmak istiyorum.

bilge boncuk diziyor, ben dizemiyorum. cinlerimle başım dertte yine.

bunca sonsuzluğun arasında somutlaşıp, dünyaya karışmak zaten koyuyorken bana, niyedir içimin soyutluk bayrağını kalbime dayaması?

*

ayın 9u olalı bi saat yirmi dakika oldu.

buraları pek sevmedim. iki günde bi liralık tezgah yapmak bana pek keyf vermedi doğrusu.

düşünüyoruz şimdi.

bir meyve, ondan bu kadar beslendiği halde, neden terk etmek ister ağacını?

kuşlar mı, sık dallar mıdır nedeni.

ekinimiz hangi toprakta tutacak buralardan göçersek… göçemezsek nasıl söyleyeceğiz onlara, suyumuzun onların yollarına akmadığını…

“oralarda biri var mı” diyor Antony, “beni ölmeden koruyacak”

*

ayın 11’i olalı 2 saat oluyor.

masalımı okudum bilge’ye, dedi ki:

“yanmışsın sen, beni de yakıyorsun”

birisini yakmak ne garip hismiş.

kafam çok güzel.

alanya’yı sevmedim, lakin adamın dediği gibi:

“insan bugün yaşamazsa, ne vakit yaşayacak?”

içim özlem doldu. içime özlem doldurdu.

birisini özlemek ne garip hismiş.

“önümde şarap, çek babam, çek babam, çek…”

*

14 temmuz bugün.

eğer az evvel tarihe bakmamış olsaydım, cidden haberim olmayacaktı.

kumsaldayım, alanya’nın denizi dahil hiçbir şeyini sevmedim.

şarkıda şöyle diyor Dylan:

“she takes just like a woman

she makes love just like a woman

she aches just like a woman

but she breaks just like a little girl…”

öyle işte…

*

“neden yolcusun bu kadar

gideceksen

al götür umudumu…”

17 temmuz.

siftahsız tezgahlarımız, sıkıntılı “ev” muhabbetlerimiz ve bomboş bir dolabımız olsa da,

bilge dostla burada olmak, beni zoraki denize sokması, “olm git biraz ahmet kaya dinle” filan demesi ne güzel be…

*

19 temmuz 00.50

“isimler büyülüdür. sade büyülü mü, isimler hem de büyücüdür.

bir isimle ol ismi taşıyan, evvela hemnâm; bir zaman sonra hemsıfat ve hemmeşrep;

derken hemdil, hemkadeh ve hemsohbet; en nihayetinde de hemsefer oluverirler.

sefer vakti kapıya dayandığında,

yolcu yolunda

hancı hanında gerektir.” (elif şafak)

*

“şu tren yolunun ardına takılıp gitmek gerek arkideş…”

ayı 20sine ulaştırdık gene.

yakın vakitte yollanıyorum Alanya’dan. Fethiye günlerinde öğrendiğim –o kadar çok şey öğrenmişim ki- her şeyi tekrire vardırdım şu kaldığım günler içinde.

dumanların zihinle ciğer arasında nasıl gidip geldiğini görüp, esrik halde dolaştım Alanya’da. şehir güzeldir. kelimelere pek sahip olmasa da, aşkları akla düşürüşü hissedilmeye değer. zira ay’a vurgun can dostlarınız varsa eğer, bu şehirde dolunay ne de güzel görünüyor…

*

temmuz 21’e vardı.

şehir, yollarını ayağımın altından çekedursun, tekrar otobüsteyim. yolculuk Olympos’a.

bir bakıverelim, ne edermiş bu gençler.

daha sonra Denizli’ye geçip, trenle şehr-i Stambole’ye geçeceğim.

bu kadar yol yapıp, filmdeki adamın deyimiyle: “gerçek aşkı arayıp”, hep başka yollara sapmak, başka insanlara aşık olmak, ne garip…

oysa sevdamı dahi beşeriyetten en uzak şekilde seviyorum ben. lakin bu kadar düşerken düşüncelere, imkan var mı onun şehrine, onun evine, onun gönlüne yakın kalabilmemin?

*

birkaç saat sonra uyanıp otobüse atlamam; önce Antalya kavşağına, sonra Antalya’ya, Denizli’ye ve İstanbul’a varmam gerek.

Olympos can yaktı. güzel gülüşlü dostlar varmış buralarda, geç geldik, erken gidiyoruz yine. olsun. ahmet kaya söyleyen yüreklere sağlık. şarkı söylerken takılan gözlere sağlık…

yandım. düşüncesi bile beni bin derde düşüren bin bir minareli şehri uzaktan daha çok seviyorum ben. yüreğimi takıyorlar güney şehirlerine, muhabbetli susuşlar, musikili günler, boncuklu geceler…

kalsam ya hep buralarda, kalsaydım ya…

ve der ki bilge’nin ahmet’i:

“söyle, ben nerdeyim, o nerde?”

yâr, yandım…

ah, ben, yandım...

*

şehirden yola çıktım, tren raylarına doğru.

gün 22 temmuz. son dönemin en garip hissiyatı içimde.

ilk kez bir kent böylesine kucakladı beni. bunca şehre düşürmüştüm de yolumu, hiçbirinde böylesine sahip çıkılmamıştım. güney şehirlerinde bir şeyler bırakıyorum. Olympos’a dönüp toplamaya başlayacağım.

ne kadar uzağa düşürsem de yolumu, ne kadar yürek yangınıma ateş atsam da, ne kadar tav olsam da güzel isimli, güzel sesli çocuklara, yol çağırır beni, çantam artık “hep” gitmelere hazırlanır.

lakin hiçbir şey değil de, şu piç gibi kalmışlık var ya. bir tek o koyuyor bana, gerisi “ne güzel ağaçlar, ne güzel şehirler bunlar…”

*

iğrenç bir an.

nereye gittiğimi öylesine unutmuşum ki, az evvel kendime “nereye” diye sordum. akabindeki “İstanbul” yanıtı pek de iyi geldi.

keşke tabelalarda hiç İstanbul yazmasa.

keşke bizim oralarda da böyle yaylalar ve Tanrı’ya şükrettiren Toroslar olsa…

*

nerede olduğum konusunda en ufak bir fikrim yok.

Denizli’den trene atladım, arkamda sarhoş bir adam oturuyor, bir sürü küçücük bebe gülüşüyor ve ölesiye açım.

insanlar içimdeki genç Cassady’yi ne zaman fark edecekler acaba?

“nobody feels any pain…”

*

trende geçirdiğim vakit 20 saate ulaşmak üzere.

cebimde iki lira para ve kafamda bunca uğursuz cinle sağ salim yüce karmaşa Stambole’ye varmak istiyorum.

*

temmuz 24

şehre vardım, eve vardım.

beyoğlu’na düşürdüm yolumu. zira çatılı evlerde ne kadar fazla durursam, o kadar çok yaklaşacakmışım gibi geliyor tehlikeye.

şehir yara, şehir acı, şehir özlem bugün.

gece karabasanlar ziyaret ederken zihnimi, bu şehir ne vakit çekecek kukla iplerimi, bilmem…


giz.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

her eve dönüş, bir burukluk getiriyor =)
bu yazı hakkında sana söylediklerimi biliyorsun, buraya yazamıyorum çünkü kendimi pek iyi ifade etmeyi beceremiyorum..
ama ellerine yüzbinmilyonlarca kez sağlık =) hep yaz..

Adsız dedi ki...

o tadı inan biliyorum.yola düşmek..sırtında bir çanta.çantanın içinde az mı az eşya, bir adet memleket haritan ve doyurucu büsküüler=)vee trenler=))en güzeli de trenler yahu..köy istasyonları, toz kokan kompartmanlar, biletsiz yolcular..
aniden değiştirivermek rotayı..anonsu yapılan trene bilet filan dert etmeden atlayıp yollanmak..
of be hocam..nisbet mi yaparsın bize canımız çeksin deyu=)
hakaten hoş bi 'seyahatname' olmuş..o tadı ballandıra ballandıra dillendirip bilinmedik diyarların özlemiyle doldurdun içimizi..eline sağlık.kulağında mpe3ün sırtında haritan eksik olmasın=)

giz* dedi ki...

güzel fütü, çok sağol..
yol ne güzel, ah ne güzel..
gene düştü düşüm oralara..
sanırım varıp gideceğim bu sefer, başka şehirlere, gene yazarım, gene okursun sen, belki yollarımız kesişir bir gün.. ne güzel olur fütü..

Adsız dedi ki...

kederlenmeni şu sınav sonucuna yormak heralde yanlış olmaz.lakin değmez olanla bitene..umutla bakmak lazım artık.hem biletinde istikamet fütünün memleketini göstermiş, sen daha ne dertlenirsin beya=)
ortasında anılarla dolu bir istasyonu vardır o şehrin.güzeldir o şehir.sen kalbini ferah tut..göçebe gönlüne bir tutam su olsun şimdilik fütüden..
düşlerimiz elbet kesişir birgün..