Yağmur, ne de yakışır şehirlere. Yağmur, temizler üstümüzdeki toprağı, kirecini akıtır evvel, sonra ulaşır tohumlara değin. Değdi miydi o minicik zerreye bir katre su, siz değmeyin onun keyfine. Yavaşça bir filiz sürer toprağa, beğendiyse yurdunu her gün biraz daha kök salar sevincinden, her gün biraz daha yaklaşır arşa, Güneş’e..
Bu şehirde yetişmez tohumlar. Zira öylesine küstürmüştür ki onları toprak, yüz çevirirler Güneş’e ve arza salarlar köklerini, arş yerine.
Şehrin insanları da tohumlar gibidir. Aynı topraktan yoğrulanların, aynı toprağa kök salanların aynı oluşu şaşırtmasın kimseyi. Ademoğlu da bir bitki gibidir. Güneş’i sever, günebakan olur; kırılır, boynunu büker, sümbül olur; kimisi gülüp papatya olur; somurtup kaktüs olur. İçine kapananlar patates gibidir misal ve mütemadiyen mutlu olanlar meyve verirler ağaç olup..
Ben biraz papatya gibiydim. Her gülümsemem bir papatyaya daha rahim olurdu ve çoğalırdım gülümseyişlerimle. Papatya iken papatya bahçesi olurdum. Derken bir gün büyüdüm, boy attım, yanımdaki güle vuruldum; o gün, nergis oldum. Üzerimden atamadım mecnunluğumu; Muhammed olup misk-i amberler saçtım devrana, Davud olup konuştum kuşla kuzuyla. Sevdiceğim bir bülbüle kaptırırken gönlümü, ağlamak üzereydim Güneş’i gördüğümde. Boyum uzadı biraz daha, derken oluverdim bir günebakan; ben ki binlerce vardı benden, ben ki bir güneş sevdalısı, ayçiçeği. Gece büktüm boynumu, bahar oldu, yaz oldu, güz geldi, mevsimim geçti. Bırakıp çekirdeklerimi ademoğluna, küçüldüm epeyce, doğduğum gibi. Toprağa değdi yüzüm, oldum bir başka öğün, bir başka mahluk için..
Bu şehre, penceremden son kez baktığımda, çok da yaşlı sayılmazdım hani. Altı üstü birkaç bahar ve güz geçmişti üstümden. Kaç kez ölüyorum sanmıştım bu şehirde, kaç kez ölmeye yeltenmiştim, kaç kelâmımı ölü doğurmuştum da, kaçını kurban etmiştim..
Güneş’i sevdiğim gün, çok da yaşlı sayılmazdım hani. Girdiğimde toprağa yırttım kefenimi. Biraz daha yakın olabilseydim O’na, biraz daha ısıtabilseydim zihnimi..
Sabır dedim içimden bir gün. Bu şehirde nasıl yaşadıysan, nasıl günebakan tasvir ettiysen içinde, öyle bir sabır.
Günün birinde, kolumun altında bir şeylerin oynadığını fark ettim. Arada bir üstüme su serpiliyordu; besbelli Güneş aşığına acıyıp, bereketini üstüme yağdırıyordu. Kolumu kenara koydum hafifçe, bir filiz fırlayıverdi gerisingeri. Küskün insanlar da böyledir işte. Tersine gönderirler tohumlarını. Yavaşça uzatıp elimi, düze çevirdim tohumu. “Elim ol” dedim ona. “Gözüm ol, yüreğim ol. Ol ki kavuştur beni Güneş’e, şu ölü vücud, yaşarken göremediğini görsün ölmüşken..”
Işıklar saçarak yeryüzünü buldu tohum. Güneş’in sıcaklığını hissettim ta içimde. Hissettim de bir çiçek, bin çiçek açtırdım üstümde. Toprağımdan insanlar geçti bazen, aşıklar çiçeklerimi kopardı, lakin sundum onlara hep, yaşamın ve ölümün bana sunduğu çiçekleri..
Bu şehirde yağmur yağdı bir gün ve bir çocuk bir ağaç fidanı dikti kalbimin üstüne.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder