6 Şubat 2016 Cumartesi

manita teklisi dokuzlaması


1.
Ovalar dolusu yılkılar biriktirdim
Kesik saçları saklayalım sığınaklara
Kanayan bütün yaraları açan bu gökyüzü
Bütün kesiklerin sebebi bu bıçak ayna
Bir ince gülüştür dudağımı ısıran
Islatan boynu bükük bütün kuru dalları

Ovalar dolusu yılkılar biriktirdim
Kim yazdı bu yaz yazgısını bu kışa
Öpeyim eğdiğin boynunu, eğildiğin ırmağı
Su içtiğin nehirlere salayım atlarımı
Göktür, gövdedir, toprağa değer gibi
Taşa değer gibi diş,  göğse değer gibi baş
Tutkunun bedeni vurgunlandığı yer: hara

At ağzından bluesu, at ağzından rocknrollu
At ağzından sana ait olmayan ne varsa
Ovalardır gönül kelebeklerinin memleketi
Ovalardır o ovalar ki ırmaklara akarlar
Bir incelikli ritmdir ağzımı ısıran
Ağzımı ısıran ebabilin kanatlarındaki yara

2.
Ey ellerinde külhani bir neşeyle gezen
Havalar acıklıdır
Havalar aydın
Sor onlara bir de benim için
Sizi de vururlar mı bir kör kurşunla
Yahut kor bir akşamıyla aşkın


3.
Hangi günü İstanbul’un benzer Ankara’ya
Bütün güzel adamları pavyonlarda yitirdik
Gönlü hovarda şimdi bütün zihni çiçeklerin.

Göğüs saksılarında ne beslersin mangiko mou?
Güzün papatyaları, coğrafya dersleri, çizgisi ellerin?
Göğüs saksılarında bir başkaldırı
Sevmek meydan okumaktır bütün tinsiz geleceğe
Sevmek bitimsiz oyunu sevişmelerin.

Senin göğüs saksıların mangiko mou
Çocukların öldürülmediği gökyüzü mahallelerin.

4.
Kendimi kendimden taşırıyorum ey kendi göğünün bulutu
Sahra’nın uçurumları okyanuslarına bakar
Aşk deyince rüzgarlara alize,
Çocuklara pamuktan şekerler, kurtlara elma
Ben seni kendimden bildim, kendimden bildim, kendimden
Emindim bıraktığıma bu sevdayı bir rüyanın kenarına
Emindim kutsal kitaplar üzerine el basar
Dağ bir doruğa bakar mangiko mou, ebabiller bir kez olsun durur
Ebabiller ki saçlarının bir gök uzamı yastığa serilişi
Ebabiller, bedenimin haritasında ellerinin yer beğenişi.

5.
Uykunun resmi geçitinde içime bakıyorum
İçimin bayrakları rengini hep karaya çalar

6.
Ben sana Endülüs’ün toprağından
Bir hariçten gazel misali sesleniyorum
Göğü bir yorgan gibi çek üstüne
Sonrasız yolların liman kentlerine uğra
Sev bütün kadınları, onların sınır çizgilerine şifa.

Kadıköy’ün dar sokakları bir aşk sayhasıyla inler
Trakyalı davulcuların kalbi dokuz sekizlik atarken,
Sen gül, sen gül, sen gül
Sen gül Endülüs yeniden raksa kalksın,
Bıyıklarının ucunda salınsın yasemin çiçekleri.

Sana bırakıp kaçayım bu altıpatları,
Rus ruletinin en şen mermisi.

7.
Çocukları bu beton ormandan sakının,
Kutsaldan, imandan ve yalandan.

8.
Ne zaman tren raylarına bıraktıysak önce kendimizi, sonra kendimizi, yine kendimizi
Bir anneanne çocukluğudur, bir kara fotoğraftır, bir sevda dizimize uzanmıştır
Sarayları kibirli sevda, sevda, vuslatları ağlayan tepelere bakan, sevda kesik parmak uçları
Sevda arka mahalle kenarlarında ilk sevişmeler gibi elinde ustura
Mangiko mou, sen bir evren mülküsün, kadifeden incelikli
Kendinden kendine çekilmiş bir perde
Alacakaranlık göz, temaşaya hazırlıklı infial bir zihin
Oyunlar oynar gibi evrenin bütün zarlarıyla
Kavuşturur gibi maveraünnehri bir uydurma abeceyle

Kendinden dünyaya çekilmiş bir perde

Bir körpe kalem, kontürü dadaist portrelerin
Harman kalmış bir yanın aşkın cigara kokusuna
Bir yanında çalınır hoyrat şarkıları atölyelerin

Dolunay şavkırken gizinde buzul göllerinin
Seni senle doğuran bir tohumdur gece
Ben görmedim sencesine bir bahar sancısı
Bir bahar ki poyrazı fırtınasına teşne.

9.
Vira bismillah, ağbiler,
Yılkıların saçında örük,
Yankıların dağlarında telaş,
Kara, en kara ve gemilerin oturduğu o kara bıçkın sahilde
Sevdanın baş harfleri miçosuz kaptana denk.

Sevmek iyi, sevmek güzel, sevişmek var ya, üf!
Alaca bir çift gözün, en güzel bedene bayraklar dikmesi.
Vira bismillah, ağbiler,
Kalan son sigaramızın adı manita teklisi.


31 aralık 2015 / 23.23 / Kadıköy.

31 Aralık 2015 Perşembe

isyan alfabesi


şehrin ara sokakları, yatmış ışıkların dizine
bakmaz kimse izine bir yıldızın gölgesinin.
avlar yabozlar, serçelerin kanadını avlar
tavlasın diye birbirlerini tanımayanlar - her birilerini.

ben bir kavgayım.
kavgasın.
kavgalar.

neydi o şehrin duvarları öyle, bir devrimden yıkılmış
kur'an iner her yağmurunda gökten, her
bulut bir levh-i mahfuz.
hoca, sana diyorum, caminin etrafına dizdiğin bu aynalar,
cilvelenmiş, kisvelenmiş, bakmış bir dağa, uyumuş.

-bir anarşist işerken devrimin duvarlarına
ay vurunca vurulmuş
bir mermide doğrulmuş
bir karada görülmüş.

ey gök, seni çağırıyorum, in aşağı, kün!
ey hâr, yılkıların ateşinde dün
yükselirken depremin suları, denizin sularına
saçlarımı kesiyorum, saçlarım yedi iklim
saçlarımda büyütürüm ölen kardeşliğimin
sesini
vurgununu
özlemini.

ben bir yarayım, ismim odalardan duyulur
meydanlarda yankılanır, sokaklarda canhıraş
pürtelaş bir işgal, bir infial, bir infilâk
direnişin soyuna kendi adımı eklerim

ölen benim, ölen ben, ölen benim, ölen ben
-oralar uzak mıdır? beni bununla avutun!
uzak mıdır bütün kara denizler, bütün kızıl gökler
sevdanın bir adı yol, bir adı yoldaş ise
bir adı kafeslerde sıkışmış kuştan göğüsler

vurdular, yılmadılar, vurdular sancımıza
devrimin bir intihar olduğunu unutturdular bize.
ne zaman baksam göğe, o gökte kuşlar ölür
o gök mezar, göçmen kuşlar kara duaya durur.
değil mi ki, eteklerimiz dolu sevda sanrısı
eteklerimiz dolu sanrı, eleklerimiz kadınlığa gebe
eleklerimizde elenir bütün karanlık dölü
yoksulluk ebelenir teşne sokaklarda
yaktılar ateşleri, meydanları yaktılar
bağırırken yörük kelam,
çağırırken dağlara,
yazdılar talihi bir allahsız yazıyla.

zerafetin boy aynasında görünür celal
celal ki bütün duyguların en incesi

la feta illa Ali
la seyfe illa anarşi


ben bir kavgayım,
onların kanında
duruyor
devranın
saati.

tarafımız araf, tarafımız hertaraf
tuttuğumuz bu edepsiz ebedi aynada
darmadağın kutsalların ibadeti.

bir halkın gözlerine kör ışık inmiş,
kadınlar kasımpatı gibi solar durur yazbahar,
ot taşın altında kalmaz, vurur taş zalimin suratına
ağlama, kavganın gözyaşı olmaz,
kavga bir çiçek gibi büyür memelerin üstünde
memeler bu toprağın umay'ı, yasak!
biz evrenin yasalarını da, yaralarını da biliriz anam,
bir fiskeyiz hükümverenlerin mahrem yerlerine
kadın sütün beslerken isyanların vaktini
nisyanları lugatlerinin en süslü yerinde
bismillahtır, eliftir, mimdir, hatimdir
ve indir sen de kutsal kitabını, kutsal saçından
indir ki bir keleş gibi büyüsün çocukların
hazır ayaklanmaya, nazır sayıklanmaya
dindir kanayan yerlerini, -ki- o yerler vaveyla.

kadınlar bir kasımpatı gibi solar durur yazbahar
ot taşın altında kalmaz,
vurur taş, zalimin suratına.


adı yoksuz, sanı yollu bu tekinsiz mekan
saçlarımızı tütünlerle ördüğümüz bu köhne kaldırım
hakkımızca öldüğümüz bu kalaysız coğrafyada
dünya dönüyorsa kürdistan'ın hatrına
bütün bozkırların, çocukların hatrına
nasırların hatrına, türkülerin göl sesinin
var oluşun anlamsız burjuvazisinin
kadınların hatrına çenelerinde bir kargaşa dövmesi
doğan güneşi utandıran bir sevgili gecesi

hatrına bütün yaraların, bütün yaraların hatrına
yasaları yapanların suratındaki taş hatrına
elde doğu, belde batı, dilde sevda hatrına

senin adın bir kar tanesi, yangın gecelerinde ağlama.
oku,
başladığı yerde bu alfabenin,
isyan yerinden doğrulur

ankara

intifada.


sevdanın kısa yazı


I.
-son, ‘ki, üç, dört.
zındanlarımdan sesleniyorum:
“bütün bu külleri ben yarattım.”

hükmünü taşlardan alan bu duvar,
sanıyorum ki, en az gökler kadar ağlamaklı.
o benim kardeşimdir,
benim eşim, benim sevinişim,
tutunan bir gül dalına, küçük parmaklı.

okunan bu duayı bilirim, bilir.
bir mim gibi çoğalır evrenin dininde
yaraların tuzlara basıldığı bu iklimde
yaz da birdir, güz de birdir. “bilir”

bilir ki bu yeşil yaşmaklar,
o güneşin bölünmesi, parçalanması
ben ona baktım.
benim gözlerim âmâ.
ama chronostan kopan o yekpare ışık,
tüm gözleri bastı, benim kızıl yarama.

-yangınları seyredelim, şükrü abi, yangınları!
bir adadan bir pencereye kurulan
ve bombalanan o güneşten köprüyü.
bir mostardır o. kapısı kırkların.
kırıkların üstünden yürü şükrü abi!
ben tutarım seni, ben susar.


bunlar benim bileklerim,
bunlar ellerim.
bilmem bir mendil niye kanar,
ancak bildiğim gizli bir şeyler var, elbette,
onun reçinesinin saçlarıma değmesi, yapışması, kalması kadar.

ben o kuşun annesi.
ben onu yitirdim o sıcak dehlizlerde.
çek bu ışığı penceremden, çek,
ki çekeyim pikemi üstüme, bu karanlığın niyetine.

bunlar benim bileklerim,
bunlar ellerim.
masanın üstündeki bu neşter,
bu kanterim.
bu nasırlar benim anarşi rütbelerim.

bu tükenmekte olan son kaynağın övüncü, sen, doğayı devinen o rüzgarın lamelifi. oyacaklar tüm bulutlarını, kuşların kanadıyla. insanlığın sağ yanındaki yara, senin sol yanındaki hâra birdir. bütün bu külleri ben yarattım, ciğerinden çıkan o kesif-kesik sıkıntıyla. senin saçların görünmeyen uzun. senin kokun bilinmeyen turunç. senin köprülerinde görünür bir yangın.

II.
yangınları seyredelim, şükrü abi, yangınları!
ciğerim, cemaatim.
bu aydınlık ışık, bu beyaz oda.
kim koydu fazlullah’ın abecesini, benim zihnimin raflarına?

yüreğim, emanetim.
dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya
çekilen bir dikiştutmaz, haydar’ın marifeti,
ve ariflerin gülebakan o bilindik enaniyeti.
-bunların hepsi bizimdir. toprağın kendini suyla çiftleştirdiği ve gebelendiği yerden sobelendik. hiçbir hekim gelmedi dünyaya, suyun sızdığı yerin hangi mihenk taşı olduğunu bulacak. senin sesini suya yatırıyorum, içinden bir akasya büyüyüp serpilir. saatler yolun ortasında durmuş. geçiyor insanlar, birbirine çarparak, aldırmadan, aldanarak.

bu özensiz yarayı hangi demde aldık biz?
bu güvensiz yarığı kim açtı gönüllere?

-bir adımız olsa olsa yokuştur.
bilincin körüklendiği bir yerde
tokuştur savaşmaları birbirine.
elbet bunca çeşit silahın içinde
saklanacak bir merdiven
bulunur.

III.
yangınları seyredelim
sevdanın bu kısa yazında,
insanlığın iç cebine saklı bir mermi,
istiyor akvaryumdan fırlamak o balıklar.

yangınları seyredelim,
sevdanın bu kısa güzünde.
herkesin bir denizden çok,
bir kıyıya ihtiyacı var.

mübadelede söylenmiş eski bir türkü


mübadelenin yitik soyundan geldik,
kağıttan gemilerin ırmağın üstünde biriktiği
ve bir yosunun güzelliğine yitip yenildiği.

ayın şavkında balıkların gözü var
balıkların gözü görür mavinin karanlığını
nice şişeler açtık öz ördü
nice bardaklar kırdık öz öptü
rüyaların düşlere köprü kurduğu yerler
ellerimizde bıçaklar, ellerimizde bir tarlayı
ne ekerse o biçer'ler, annemizin kızlık bohçası
ellerimizde babamızın sokaklarda döktüğü
terler.

ellerimizde bir hıncın başkaldırışı
ellerimiz, göz göze değmeden daha
birbirlerini seven gizli ferler.


bizi atlarımızdan vurdular
yıktılar bir sancak gibi tuttuğumuz
ve bir namlu gibi doğrulttuğumuz gönlümüzü.
kavgaların incelikli temaşasında,
bir nehrin akışına devrim derler
bir devrin yıkımına devrim.

bütün sokaklar gördüler ki,
bittiği yerde sözün,
başlar kelamı
ateşin.

senin sevdan bir kış uykusu sevgili,
kuş uykusu o devrim türküsünün
ninni diye okunduğu,
nenni diye bilindiği evde
bilinmez kim kime kimdi ama,
biliriz kim kime kinni.

hastalıklı diktatörler gibi elini koyduğun taşın altı
kurtlarından usanmış, yılanların köhne deliği.


özgürlüğün bıçkın yakarışıyla sokaklardan geçiyorum
beat kuşağı kokuştu, yolda öldü kerouac
cesedinde bütün feylosofların, diriltmeye çalıştıkça seni
vurdu yüzüme ali'nin o haydari pençesi.

bu yerde, allah'ın adının kendiyle eşitlenemediği
haldun bir velveleye denk düşüyor o'nun depremi,
yıkılan safi evlerimiz olsa, ellerimiz,
bağırıyor bir rebet, cebinde bağlamazaki
kim bu polis benim aman'ıma karışır,
benim dumanıma karışır, kim bu devlet
neredeysek, hatırlamadığımız isimlerin başkenti.

doluyum, bir gökyüzü boşalıyor gözümden,
boşanıyor bulutlar yağmurlardan, doluyum.
adımı caz ile başlatıyorlar, ben cazu,
ben cazu, gölgenin karardığı mecliste
dönüşüyorum sapa gelmez bir ipe, bir ah okuna
duvarlarla yarattıkları şehirlerin,
köylerin, ortasından sınırlar geçen
çığlığıyım ben, idam sehpasındaki meninin.

-düştüğüm yerden biten adam otlarını yiyorum sevgili,
adam otları ki çöllerin hırçınlığında esen saba yeli.

adam otları
içinde taşır bütün hoşçakalları
adam otları
hatırlatır
kötü şairlerden sakındığımız caanım güzel dostları.

mübadelenin yitik soyunda
düşürmüşken dilimizin ağıtlarını
ben sizi saymaya değil, sövmeye
geliyorum, hepinize rahatsızlık vermeye.

alnıma çektiğin bu bayraklar sevgili,
saçlarımı ektiğin bu kurak toprak sevgili,
ah nereden bulayım senin, ışıklarla sevgili,
ışıklarla ışıklaşan o muazzam gölgeni.

yankesici bir avazın sardığı bütün harfler
çiftleşmek istiyor dillerinde

-eğer sevmeyeceksem bu memleketi,
seni sevmekler gibi,
ne diye
bu muşta
ellerimde.

yılkıların dört nala koşturduğu
ve düşüp de yılmadığı
ve sevip de durmadığı

dört nal. dört mevsim. dört meclis
laf atıyorum gökyüzüne, tutan elbet bir kimsesiz

alnımızda son bakışın çarptığı gözler gizli
mevsimin yaz olduğu yerde seriyorum memeleri
kışın sarınıyorum sevdaya ki
sevda
yok oluşun en naif battaniyesi.

elbet bu gözler durulur, elbet bu sular da vurulur
elbet düşmanın kuyusuna nice yusuflar sarılır
elbet kararmaya yüz tutmuş sevdalarla uğraşanın
ellerinin cenazesine kötü tütünler katılır.

yamas!

namaza dururken başı takkeli çocuklar, ne zaman din deseler aklıma geliyor kahverengileri. kahverengileri biraz, düşkünlük hikmeti. uyuyan sevgili bedeni bir ceset gibi yığılacaktır yataktaki mücadelede. elbet dağılır bu kara parçalarının bulutları. kara parça bulutlar. elbet diner acısı da bu neşenin. elbet bir muhabere olarak bildiğimiz herşey aslında bir muharebeydi.

ben bir avuç çocuğum.
bir avuç çocuğu
yan masada kaybettiğim bir kumarın hatrına
soluyorum bütün girilmeyen denizleri
demli çaylar içiyorum sert kayalar adına
tiryak çeker esirgemem senden hiçbir sirkati.


kampanası söküldü sevdalarımızın.
seydası bir mum gibi söneceği anı bekler.

bizim ölenleri gördüğümüz yerde
bilmem kim yüreklerini bize eyler.


8 Eylül 2015 Salı

altıpata son mermi.


eylül geldi, damlarım ateş.
damlarım ateş, dönelim yaylalardan şehirlere.

ben bu viranelerin en gonca gülüyüm.
bir gidiş için tasarlanmış bir altıpat.

"kaybettikten sonra bulunan şey nedir?
nedir bil? nedir bil?"

suratıma faça atan bu hayattan bir rızam yok.
bir rızam yok bu trajik trafik kazalarından.
içimi bir güzel ağaç gibi oyan eller,
o güzel ağ, o teşne kaldırım,
o en kalabalığın içinde görüş kabininin telleri,
nasibim yok.

nasibim yok, bu hayattan sabırsızım.
narinim mangiko mou, bir kırılganlığın
yeddi ceddini sayarken, bir beşine söverim.

ne kadar kırdıysak birbirimizin bir bir duvarlarını,
o kadar hızır gelip musa'nın yanına yattı.
döşümde bir ağrı, mangiko mou
zülfikarı gelip,
şah damarıma kattı.

ben bu yolun yolcusuyum, ben uzun giderim.
bu çöl görünümlü sıska rüzgar göllerinden uzar giderim,
yarama basmamak için parmaklarımın üstünde yürür,
kocaman bir nasırın üstünde ürürüm, mangiko mou.

bütün belkilerde bir sevda tütsülenir,
bir şeyda tütsülenir ki, yalnızlığımız bile bir hara.
ben niye bu eve bakıyorum, bu begonyanın işi ne?
bir evrene bakıyorum oysa, gözlerinin miracından söz akar,
ki ben burak olsam, kimseyi çıkarmam oraya.

     -sana ansızın eklediğim birşeyler var. saçlarımın ucuna attığım usturayla.

bir körebe ve bir kör ve bir ebe, ve bir gece, o bol vakitli,
sırrı beni bile ezen bir ali'yle çarpışıyorum,
tığ-ı teber, şah-ı merdan,
ve hayy hakk, yaman, bütün oklar gerili,
yıkılan bütün perdelerin altından dökülür hızır'ın incileri,

ben bakıyorum, ben bakıyorum, yedi.
pelesenk olmuş bu alemin tozu, tozunu yutuyor, bir big bang, bir bang bang!
yok, bir ceset, paramparça, bir yürek, paramparça elleri.
bu karanlığa soruyorum mangiko mou, nerede sevdanın cesaretlileri?

tarih tekerrür madem, madem tecelli tekerrürsüz,
ve madem coğrafyanın kaderden kedere dönüştüğüyüz,
anlat mangiko mou, anla beni, bu hayatın parametreleri,
neden içimizdeki savaşta, dışarıdaki çocuklarla ölüyüz?

               
eylül geldi mangiko mou, damlarım ateş.
damlarım ateş, dönelim, yaylalardan şehirlere.

biz bu viranelerin en gonca gülüyüz.
koy altıpatı masaya, bilmem kimin uyuyamadığı gündüzüyüz.

madem ki kerbela, madem ki bu suyun kuyusuyuz,
geçerken tüm göçmen kuşlar göğümüzden, mangiko mou,
biz o göğe sığmayız, kuyumuza inelim,
biz gören gözün, sakındığı buğusuyuz.

                   -esirgeyen ve bağışlamayan'ın adıyla okuyorum.
                   sevdaya bir ninni okuyup onu uyuturuyorum.
                   uzun uzadıya yalnızım, bir ağacın gölgesinde,
                   gölgenin rengini görüp, bir düşü avutuyorum.
                   rahman'ı yeşil yastıklara yatırdım, necm'i yıldızlara savurdum,
                   sidre'den münteha'ya giden en uzun yolda,
                   ibretliğim, varoluşum bir ağacın yeşermesine ayan,
                   oysa ki yüzündür cihanı münevver kılan.

giz.sekizeylülonbeş.
istanbul.




17 Temmuz 2015 Cuma

virane bekleyen baykuşun türküsüdür

bir saksının yere düşüp çıkardığı sesle ayıkıyorum bütün gökyüzünü.
ne bir gidişe hoşça kal diyen, ne bir gelişe merhaba. varlığın mavi bir masaya, tek kişilik bir yatağa mimlendiği.
gidilebilecek bir yer yok - sesimizi duyan yok - anlayan yok sancımızı. o sancı ki, yoksunluğa gebe kalıp, düşükler yapmıştır her seferinde.
içine tek şeker atılan bütün çaylarda hatrımız kaldı. hatrımız, zamanın altıpatında tek mermi. bu sevgiyi toprağa ekseydim, bilmem miydi tomurcuklar vereceğini.
yüzdüğümüz bütün sular bir baraja dolundu. ben demedim mi, kır bütün-beton-kaldırımları diye? bilsem cevabın nerede, bilsem hesabın nerede, ilk ben götürmez miydim seni o teşne, dolambaçlı, dar sokaklara?
bir yüzün ölüme aşina, bir yüzün dirime.

yaman delikanlılar ve elikanlılar arasında gülüşün, göğün tüm setarelerinde dolanır durur. bir olta atsam tutmaklara, ucu da, suçu da bende kalır.
kubbenin bütün derisi yüzülmekte şimdi. ben bu-tüm-dünyanın altında boynumu büküp kalıyorum. sevdaya ve sancıya bir devrim direngenliğinde, bir barikat sağlamlığında, Davud'un Golyak'ı tek seferde yıkmasında duruyorum.
bir ebabil durur mu hiç suyun susuzluğuyla? göğün yüksüzlüğüyle salınmaz mı zeytinler, ceylanlar, nehirler arasında?
bir sevdaya başkaldırıyorum. ihbarıyla tüm soysuz ve sonsuz biten sevgilerin; yanyana uyuyup, yanyana uyanmayışların. var oluşun, bu devranı attan indirir; var oluşun, tüm kuşların Simurg'a varmasıdır; var oluşun, adı bilinmez bir devrimin toprağın altından kökler salmasıdır.
ceplerde biriktirilen tüm misketler düştüyse de, bir yıldız artık doğmamak için kaydıysa da gökkubeden, bir kurşun bedenin en onulmaz yerinde ölüme terk edildiyse de, çıksa tüm mahlukat Nuh'un gemisine, adını bağırsalar umarsızca; bir sevda büyür bir yerlerde, adın karadan kızıldan bir yıldıza dönüşür göğsümün en mahrem yerinde.


-herkesin bildiği bir bozkır türküsüdür şimdi, yarenliği bir uzak iklime dağıtmıştır. bütün keleşler buğday tarlasının ortasında ürür, patlar elimizde. bu yaraya değen bir turna kuşunun tüyleri üstünde uyur; terlediği baharı bir ben, yanağının kokusu bir ben bilirim de, söylemem.

3 Ocak 2015 Cumartesi

Lûbb

"Burak'a binip Sidretü'l Muntaha'nın kapısına Muhammed'i teslim eden Cebrail, Düldül'e binen Ali'yi de seyyarenin arazisine, yani tûli-burak yolunun yatay haymesine, yani ki nur'un deverandaki tecellisine bırakır. Peki yedi kat aşağıya, yılanların şahının yanına inen İnanna'ya ne demeli?"

                                                                   "tecellide tekerrür yoktur"
                                                                                          Şebusteri

kün!
                     -var etmek, hepimize mahsustur.

siyah duvarlı yerlerde müzik kendi kendine çarpıp yere düşer. yere düşen dışarıda bir gül olarak düştü müydü? düştü müydü? işte o vakitten beridir gül müyüz, bülbül müyüz, belli değil.

bu kirli cazdan ve kirli yazdan bıkkınlık gelir. çabuk, çabuk. çok çabuk bir çocuk daha çerağı uyandırır. uyanan çerağın cinleri boldur, çünkü siyah duvarda kendi kendilerine çarpıp dururlar. durdukça çoğalırlar, çoğaldıkça çarparlar. ne fena masal.
                                     -bu masalın anlatıldığı çocuklar
                                                    cazuları sever, ejderhaya biner
                                                    hızır paşa'nın olduğu her yerde Pir Sultan olurlar.                                                                                              
                                                                                           -oz!

bu hayal perdesini üstüme çekiyorum. erdemlerinizin cebinizi doldurduğu yerde, adım atacak tek bir çimenlik bırakmadınız.
                   oysa gevenin bile üstüne basmak lazım gelir.
                   oysa çimen bile ayak izleriyle büyür.
                   oysa annenizin kundağı çok mu,
                   ayna yok mu yaşadığınız memlekette.
                                      -işte o gün anneler de ölür.

anneler de ölse, amentü gemisi hep yürür. amentü gemisi her annenin içinde yürür. bir bilsen, o gemi nerelerde yürür. senin omuriliğinde, benim cehennem yeri kadınlığımda, dünyanın tüm kıtalarında, tüm denizlerinde evrenin, Şahmaranın yedi ayağında, İnanna'nın saçındaki papatyada, ağlamak için üstüne çektiğin yorganda, üşümemek için üstüme çektiğim yorganda, kötü kışlarda, terk edilişlerde, her bir damlanın yüce tekerrüründe, o gemi bilsen nerelerde yürür.
amentü gemisi benim tarlalarımda yürür.
                                    -vallahi yürür, amentü billahi yürür.

bu hayal perdesini üstüme çekeyim, Aliyar okunu ah'a çeksin, sen güzel he'nin göz damlasına çekil, bu teller buselik'e çekilsin. adabımız edebe çekilsin. azbımız lezzete çekilsin. bu dalgakırandan geriye tüm gemiler çekilsin. aman diyene kılıç, yaman diyene hınç çekilsin.

sen yorganını üstüne çek, bu perde benim düsturuma çekilsin.

                    "O billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki,
                     Doğuya da, batıya da nisbet edilmeyen mübarek bir ağaçtan
                     Yani zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur."

                                -Lûbb!

giz.baharvakti.angara.









2 Kasım 2014 Pazar

oranın adı neydi?

bir sanrımız var-bir-ki
ağaçlara yuva yapmış cırcırböcekleri.

*öyle herkese söylenmez, anlatılmaz yareler.
 bıçak, bıçkın, ustura delikanlı deyişleri bunlar; bir mahallede doğar, bir kıyıda ölürler.
     -sesin bir dağa tırmanır gibi.

bir atın yelesini öpmekse aşk, biz bir yeleye takılan boncuğuz. oncağız halk içinde birer oyuncuyuz. candan içre seydalar vardır; bir dağa tırmanmaktır o, bilmem hangi nehri yüzerek geçmelerdir. "bir ad sırlamışızdır", "bir yürek göğüslemişizdir", "ateş yakılan her sokakta elimizi ısıtmışızdır".

(bu oyunda yenen yenilene tarhun toplar, bilesin.
 yenilen yeneni kalbinden değil, sırtından vurur.
 adilcesi böyledir, hakkı budur.)
-bu oyunda yenilen yenene kur'an okur.

çün' iki kaya arasından fırladın da geldin. bu ahkamı bol, yaman ebabillerin arasından, bir ispinozun bebesinin üzerine tüy örtüşünden sıyrıldın; bir lugati tek kelama indirdin de. (eşanlamlı herşeyin eşsesli de olması gerçeğini aştığımızın bilişinde.)

gelme!

-ekvator, yaseminle sümbül arasında.
-anadolu, kekikle mezar çiçekleri arasında.
-biz altıpat kuşanırız, bize birşey söyleme.

gizem.ankara.




30 Haziran 2014 Pazartesi

gökyüzünde yıldız gezen yalnızlar

"ırmak suyunu ya toprağa, ya denize akıtır."

devranın mimine pelesenk olunan vakitler.
bir güvercinin gerdanlığını birine benzetip duruyorum. o bütün kuşlardan bir lamelif hibesiyle dolanır durur.
kelam kelamı sükut vakti anlar. sükut vakti bir bad-ı saba sevgilinin gül nefesi gibi ensemizden geçer.
      yanıp da tutuşamayanlara aşk olsun.

hayy hakk! perdeyi viran, viraneyi talan eyleyenlerin biri, hurufun hikmetine gizini sırlamış. ara ki bulasın,
bul ki arayasın. arananın bulunduğu, bulunanın gelmediği bu araf mevsiminde, bu silsile-i sahrada tuzlu su içmek dindirmez susuzluğu; insan su içtiğini unutmasa, bir daha susar mı hiç?

               -gül satan çiçekçi, gülden daha azizini bulamayacağı gibi,
                gülü satacağı bir azizi de bulamayacaktır.

(sokak kuşları biraraya gelse bir Leyla ediyor)
(yusufu düştüğü kuyudan çıkaran ey kervancı, sen nasıl görmedin Onun güzelliğini?)

ebcedin ayan olduğu yerde isim kendini nasıl gizliyor -ki, o yeri Himalaya'dan uçan turnadan başka kimse bilmez-
                -bu yıldızlı gökler ne zaman başlamış dönmeye, vay ki ne vay!

-bütün çirkin kedilere ve günışığına açılan bu pencere, çilek tarlası olan bir çatının altındadır. oradan yalnızlığın yabozları geçerken, takla atan bir kelam, kendini sırlayan bir dehliz, korkudan dili lal olan bir aşığın sesleri çınlar durur. stembole'nin surları amed'in küçük kız kardeşidir. demli çayla dolu bardaklara çay kaşıkları çarpar durur. bu sesten daha mühim daha muazzam tek bir ses vardır.
                -zerdali dolu bağlara, üzüm yüklü kervanlarla gitmek vakti gelmiştir.


buna aşk derler. daha sanını duyan olmadı. hangi kapıyı o sansak, ardına yeni kapı açıldı. bir çiçeğin hükmü neyse ki bir insanınkinden fazla. yoksa bu dünyanın yükü çekilmez.

merhaba.

giz/25hz14/ankaraçay.



12 Nisan 2014 Cumartesi

hemrevan

"hayatın sokakta değil,
sokak aralarında aktığıdır."

evlerin içinde evler kurulur; düzenler, köyler kurulur. inancın bohçası sağlam bağlanmışsa, insanın evi her yer olur. ve ne kadar az kelam, o kadar iyi. işin şiarını bilmek lazım gelir.

noktayken elif, elifken mim oluştan bahis döner. bu bahsin kazananı, kaybedeni yoktur ama akan ve olanı vardır. ikisi de kendi seyyaresinde billur güzellikler yaratır ama cennetin içine bir yeşil cennet, bir ağaç gölgesi gizlenmiştir. her gölge aynı renk değildir. (bu Karagöz kelamıdır.) her rengin gölgesi ayrı renktir. (bu Mansur sırrıdır.) ağaç İnanna'nın üç güzelli ağacının köklerinden yeniden biten Sidret'ül-Muntaha'dır. sır, sırdır. ve ancak gönülden gönüle uyuyanlarındır. (ki o uykuda zaman ve mekan mefhumu elif'ten mim'e ermiş, dört kapı bilece geçilmiş, kırkıncı makama yüz sürülmüştür.)

bilece oluşun güzelliği bir özge can. bir özge can kendini maral gösterir, kendini bir küçük oğlan, bir güzelcik göz gösterir. bir kelamın içine gizlenmiş oluş'ta bitiş yok. o sonsuzluğun ahengi her varlığa ayrı görünür, aynı görünenler birbirini bulur, tam eder ve o yolun sergüzeştîleri bir bakmışsın adem seyranından alemin yedinci seyyaresinde parendeler atmada..

evin içinde evler konuşulur ama marifet makamında odalar yok, duvarlar yok. arş ile kürs'ün ayrıldığı yerde, yerde olanın göğe yükseldiği anda artık herkes kendinin peyamâver'i. kendinin haber getireni. göktekilerle yerdekilerin ayırdını ortadan kaldıranı.
"çün, bir'in bir'den başka bir bildiği var."

o vakit, alabildiği kadar, kucağa kır çiçekleri toplamalı. göz, güzel he'nin çocuğudur. o, göğün seyranında El-Kur yıldızından Marduk'un Jupiter'ine, Şi'ra-i Yemaniye'ye kadar görür. göz, görmek içindir. ay, hatırlamak için.

bu hayatın sokakta değil, sokak aralarında aktığıdır. bulunan güzel lice tütünü ve en nihayet demli çaycının demli çayıdır. yağmurda ıslanmanın ve güneşte kurulanmanın; yağmurun tohumlara can suyu verişinin ve güneşin onların güzelliğini bekleyişinin halidir.
halden hale akan sular, halden hale yeşil yollar ve halden hali anlayacak bir güzel yüz vardır.

bu zıll-i hayaldir, perdelerin kalktığı, artık vakvak ağacının altında gölgeye yatıldığıdır.
güzellik, bir nazende kelamıdır.
hayy, hakk!