30 Haziran 2014 Pazartesi

gökyüzünde yıldız gezen yalnızlar

"ırmak suyunu ya toprağa, ya denize akıtır."

devranın mimine pelesenk olunan vakitler.
bir güvercinin gerdanlığını birine benzetip duruyorum. o bütün kuşlardan bir lamelif hibesiyle dolanır durur.
kelam kelamı sükut vakti anlar. sükut vakti bir bad-ı saba sevgilinin gül nefesi gibi ensemizden geçer.
      yanıp da tutuşamayanlara aşk olsun.

hayy hakk! perdeyi viran, viraneyi talan eyleyenlerin biri, hurufun hikmetine gizini sırlamış. ara ki bulasın,
bul ki arayasın. arananın bulunduğu, bulunanın gelmediği bu araf mevsiminde, bu silsile-i sahrada tuzlu su içmek dindirmez susuzluğu; insan su içtiğini unutmasa, bir daha susar mı hiç?

               -gül satan çiçekçi, gülden daha azizini bulamayacağı gibi,
                gülü satacağı bir azizi de bulamayacaktır.

(sokak kuşları biraraya gelse bir Leyla ediyor)
(yusufu düştüğü kuyudan çıkaran ey kervancı, sen nasıl görmedin Onun güzelliğini?)

ebcedin ayan olduğu yerde isim kendini nasıl gizliyor -ki, o yeri Himalaya'dan uçan turnadan başka kimse bilmez-
                -bu yıldızlı gökler ne zaman başlamış dönmeye, vay ki ne vay!

-bütün çirkin kedilere ve günışığına açılan bu pencere, çilek tarlası olan bir çatının altındadır. oradan yalnızlığın yabozları geçerken, takla atan bir kelam, kendini sırlayan bir dehliz, korkudan dili lal olan bir aşığın sesleri çınlar durur. stembole'nin surları amed'in küçük kız kardeşidir. demli çayla dolu bardaklara çay kaşıkları çarpar durur. bu sesten daha mühim daha muazzam tek bir ses vardır.
                -zerdali dolu bağlara, üzüm yüklü kervanlarla gitmek vakti gelmiştir.


buna aşk derler. daha sanını duyan olmadı. hangi kapıyı o sansak, ardına yeni kapı açıldı. bir çiçeğin hükmü neyse ki bir insanınkinden fazla. yoksa bu dünyanın yükü çekilmez.

merhaba.

giz/25hz14/ankaraçay.