tüm bu ayak seslerinin adabında,
topuklar vardır ve topuklar
göktenkulelerle deldiler gökbabayı.
matkaplar ve matraklar ve mızraklar, benim ilk babamın adı bir çingene tekeriydi oysa; bir akordeonun ilk düğmesi ve tek bir teldi ağaçtan oyduğumuz o ilk gitara.
şimdi bir dövme var bütün sırtlarında ve sırtlandır hepsi, dövmek, övmek ve sövmek sırasıyla.
bizim de caaaaanım zihnimizde kocaman, kapkara bir delik ve bir enik havlar durur gönlümüzde; ben bu sokakları çıplak ayak gezdim a çingenem, karadır o gözlerin, bir tek ben bilirim, bir tek ben. çünkü bakmamak için birbirimize hani, pembeydi o gözlüklerimiz, boyandık, boyalandık, senin gözlerinin karasında olmasa da, biz o kapkara gözlükleri takındık.
ah bir eğilsen de, su içer gibi öpsem öpsem o dudaklardan, lakin her orospuya meyil vermek boynumuzun borcuyken, o dudaklar bize bir günah ki, ellerimiz yanar Firavun’un ateşiyle, affet öpemem seni ben, saramam o buğday tenini, verirler odun, üflerler yanıbaşımdan yelini.
duvarlara çizeydim ben de resmini, bulutlara bakıp uçaydım hasretinle, şiirler yazaydım adına. lakin olmaz bu gri gök haram bize, bu hasretlik adına okunan bir masaldır ve mavaldır onlar için; hepsi geldiler, topuklar ve öpükler, hepsi derslerinden bir makale yazdılar adına ve lakin bir ben bakamadım o ilk babam gibi en vahşi adam tadına.
onlar geldiler, kırık dökük bir elbise; bir elbise giydirdiler annem doğa’nın çıplak tenine.
kirliyiz, boyalıyız, affet beni çingene.
ben o tekerleği sürüp duracağım o topukların ayak sürmediği köylere,
bir türkü tutturacağım yaşı ikiyüz olmuş, bir çiçek takacağım saçlarına, rengi güneşten sararmış, solmuş.
bir hasretlik yüzün var ey çingenem,
gelsen bulsan beni,
artık adımı giz’lemem.
giz.aşkdediğinkıpkırmızıbirçingeneşalıdır.